Aziz İstanbul |
İstanbul... Müjdelenmiş şehir... Kelimenin tam manasıyla metropol.
Geçelim Türkiye'yi, dünyanın belli hususlarda en önemli merkezlerinden biri.
Ticaretin kitabının yazıldığı, parasal hareketlerin menbaı, hayatın ışık
hızında aktığı, belli idealler için belki de tek sığınak noktası İstanbul.
Üzerine yüklenmiş manalar itibariyle çok yoğun, her memleketten insan
barındıran, plazalar beşiği, özenilesi bir yaşam stili (!).
İstanbul insanı... Kimisi birkaç kuşak önceden rızkının peşine düşüp gelmiş,
sonraki nesiller zoraki (!) devam etmiş yaşamaya. Kimisi üniversiteyi burada
okumuş, devamında kalakalmış. Sanki asırlardır İstanbul'daymış gibi çivilenmiş
bu metropole. Sorsan "naparız abi başka diyarda, iş burada
burada..." sakızını çiğneyip durur. İlişkiler profesyonel, zaman en
pahalı sermaye, yaşam olabildiğine sûni, idareten yaşanan hayatlar yığını...
Plazalar Diyarı İstanbul |
Paket yaşar hayatı İstanbul insanı (istisnalar müstesna). Daha yola
çıkmadan dönüşü düşünür. Paranoyaklık hâkimdir birçoğunda ama farkında değildir.
Yürürken yer simidini ya da toplu taşımada. Ağız tadıyla en basitinden bir
kahvaltı; önceden planlanmış, zaman ve bütçesi ayrılmış, büyük bir
organizasyondur 34 meşreplilere. Bildiğin "iştir" yani. 2 saatlik bir
gönül huzuru için git-gelli 4 saat yolu göze alır. Trafik yoğunluğu dönüşte
bitirse de o ziyaretin motivasyonunu, olsun 1 hafta yeter kendisine bu sosyal
aktivite (!).
Galata Köprüsündeki Mutlu Simitçi |
Genel itibariyle mutsuz, somurtuk ve sönüktür 34 meşrepliler.
Kafaları sürekli doludur. Patron, CEO, beyaz yaka ya da mavi
yaka... 15 milyon insanın geneli pamuk ipliği ile bağlıdır bu diyara.
Birçoğunun içinden "fırsat olsa da şuradan bir çıksak" deyişi geçer. Geçer de 34'ün
prensipleri o kadar şekillendirmiştir ki onu, hamle yapamaz, irade sergileyemez
adeta balı çekilmiş incir gibi kurumuş kalmıştır. Bakmayın zâhirdeki
gülücüklerine, kılık kıyafetine, yemek için oturduğu mekanlara, altındaki
arabasına. İçine girin bakalım. Vicdanı size neler söyleyecek. Ama
alışkanlıklar ve öğrenilmiş çaresizlikler, bu hâlleri itiraf ettiremez
birçoğuna. Hatta bu sözleri yüzlerine karşı söyleyecek olsan, seninle
inatlaşmaya girip, "ama burada şu var, bu var vs..." tarzında bir yığın hikaye koyarlar
önüne. Hikaye diyorum zira, samimi bir biçimde tahlil edilse kaçımız ağzımıza
pelesenk yaptığımız İstanbul nimetlerini periyodik olarak tadıyoruz? Galata
kulesinde fotoğraf, boğazda balık, Tophane'de nargile, Süleymaniye'de kuru
fasulye, Kapalı Çarşı'da kaybolmak, sahaflarda yavaş yavaş gezinmek ve bunlar
gibi daha binlercesi. Az bilinen veya popüler tüm imkanlarıyla, kaçımız en son
ne zaman ilgili faaliyeti yaptık?
Yukarıdaki özet hayat edilgen bir dille
anlatsam da aslında kendi hayatımız. Yani İstanbul'lu olmayan bir 34
meşreplinin kendi hayatı. Evet bütün bütün olumsuz değil herşey, elbette
istifade ettiğimiz yüzlerce imkanı var. Evet rızkımız şu an burada ve hayatımız
ailecek burada geçiyor. Hayattan koparabildiğimiz kârdır niyetiyle, bazen çok
şey feda edip İstanbul'u derinlemesine yaşamaya çalışıyoruz. Ama çoğunlukla
yukarıdaki tablodan farklı değil hayatımız... Burada zihnen, fikren, bedenen
vs.. konsantre yaşadığımız hayat, bizi erken yaşlandırıyor. Erken çöküyor ve
erken küsüyoruz bazı şeylere. Arada iliklerimize kadar içimize çektiğimiz Aziz
İstanbul, sadece bir parmak bal nev'inden oluyor. Gerisi mi? Bildiğin İstanbul
işte...
Netice: Diğer yazıda...
Kaleme alan: Attarzâde
Kaleme alan: Attarzâde
Yorumlar
Yorum Gönder