Orta Asya Türklerinde et ve süt öne çıkan besin
kaynakları iken, Anadolu’ya göçün gerçekleşmesinden sonra yeni besin kaynakları
mutfak kültürümüze ilave edilmiştir.
Orta Asya insanının et ve mayalanmış süt
ürünlerini tüketmeleri yanında, Akdeniz çevresinin meyve ve sebzeleri,
Mezopotamya'nın tahılları, Güney Asya'nın baharatları ile birleşen bu kültür zaman
içinde zengin bir yapının doğmasında etkili olmuştur (Bülbül, Sezgin, & Kara, 2016) .
Türk örf ve adetlerinde şenlikler, ziyafetler ve
yeme içme kültürü geniş bir şekilde yer almıştır. Hatta 50 kg.’ın üzerinde
büyüklükte hamurların köze gömülmesiyle yapılan “Gömeç” ismi verilen ekmekler pişirilmiştir.
Gömeçler bazen ziyafete katılan bütün konuklara yetecek devasa boyutlardadır (Şavkay, 2000) . Sofra açmak deyimi
Türk toplumlarında günümüzde olduğu kadar geçmişte de birliği, beraberliği
sembolize eden bir kavram olmuştur.
Günümüzde Gömeç Ekmekleri |
Ünlü hekim Hipokrat’a ait bazı notlar Anadolu’da
ilk yoğurt üretiminin İskitler tarafından yapıldığını belirtir (Şavkay, 2000) . Oysa yoğurdu
Türklerin Orta Asya’dan beri tükettiği bilinmektedir. Türklerde yoğurt kelime
anlamı olarak katılaşmış veya koyulaşmış anlamında kullanılmaktadır.
Kaşgarlı Mahmut tarafından 1073-1077 yılları arasında yazılan Divan-ı Lügat-ı
Türk‘de yoğurt sözcüğünün “yoğun” sıfatı ve “yuğurmak”(yoğunlaştırmak)
fiilinden geldiği belirtilmektedir (Tayar, 2013) . Yoğurt mayalanarak
yapılan bir ürün olduğu için ilk yoğurdun nasıl mayalandığı bilim dünyası için bir
tartışma konusudur.
Yoğurt |
Tayar’a (2013) göre süt sağımının ardından, doğal
çevrede bulunan yoğurt yapma yeteneğine sahip mikroorganizmaların süte bulaşmasıyla,
sıcak iklim koşullarında doğal olarak yoğurdun oluşması ihtimali yüksektir.
Karşıt bir görüş ise, yoğurt ve peynir mayalanması için demir minerali yönünden
zengin olan karınca yuvası toprağının; karıncaların ağzıyla dışarı çıkarttığı
taze toprak olması durumunda, mayalanmayı gerçekleştirebileceğini
savunmaktadır. Karınca ve arı aynı sosyal düzen içerisinde yaşayan böceklerdir.
Yuvalarının temiz ve kötü bakterilerden arınmış olması, havasının 34o C ve % 80
civarı sabit nem oranında oluşu, yiyeceklerini bahar ve yaz aylarında toplayıp
kışın rahat etmeleri ortak özellikleridir (Yeniçeri, 2013) . 2006 yılında
Ceyhan’da TÜBİTAK tarafından desteklenen bir bilim fuarında karınca toprağından
yoğurt yapan ekip birinci olmuş ve bu sonuç “TÜBİTAK Bilim ve Teknik
Dergisi”nde yayınlanmıştır (Halkman, 2011) .
Besin Taşıyan Karıncalar |
Bugün sağlığa uygunluk açısından negatif sonuçlar
doğurması mümkün olan bu yaklaşım, ilk yoğurt mayalandıktan sonra, dönemin
insanları için belki de büyük bir mutluluk kaynağı olmuştur. Zira süt olarak
kısa bir ömre sahip olan ürün, sütü hammadde olarak işleyip yoğurda döndürmeniz
durumunda çok daha uzun süre tüketilebilir şekle dönmektedir. 1900’lü yılların
başlarında eczanelerde ilaç niyetine satışı yapılan yoğurdun, 16.yy’ın
başlarında Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından dönemin Fransız kralı I.
François’nın ateşli ishalini geçirmek üzere gönderildiği bilinmektedir (Tayar, 2013) .
Şavkay’ın (2000) ünlü Türk tarihi araştırmacısı
Jean-Paul Roux’u kaynak göstererek aktardığı, Orta Asya Türklerinde çok lekeli
bir giysinin zenginlik ve yüce gönüllülük belirtisi olması da Türk yemek
kültürünün ilginç anekdotlarından birini oluşturmaktadır. Çünkü Türkler ikram
sahibi ve misafirperver olmaları gereği evlerine çağırdıkları konuklarına çeşit
çeşit yemek ikram etmişlerdir. Ziyafetin ardından da misafirler kirlenen
ellerini ev sahibinin elbisesine silerek temizlemişlerdir.
Bilge Kaan kadar tanınmış olan veziri Tonyukuk,
Göktürk Devleti’nin yönetiminde olduğu kadar, Türk toplumunun dini ve kültürel
hayatında derin izler bırakan bir devlet adamıdır. Bilge Kaan’ın aynı zamanda
damadı olan Tonyukuk, kayınpederinin Budizm’e olan ilgisi nedeniyle yaptırmak
istediği Budist tapınağına karşı çıkarken; “Savaşı ve hayvan kesmeyi yasaklayan
ve miskinlik telkin eden bir dinin kabulü, topraklarını savaşarak korumak
zorunda olan ve hayvancılıkla geçinen Türkler için felaket olacaktır” demiştir (Kazancı, 2005) . Budizm’in et yememe
inancına karşı çıkarak, Türkler arasında yayılmasına engel olan Tonyukuk, tek
tanrılı gök dininde kalan Türklerin daha sonra İslam dinini benimsemeleri
yolunu da bu şekilde açık tutmuş olmaktadır.
Türk toplum hayatında oldukça önemli bir yere
sahip olan Tonyukuk, Çin kaynaklarında T’un-yu-ku olarak anılmaktadır. Bu büyük
devlet adamını ve başarılarını tanımlayacak pek çok sıfat bulmak mümkün iken,
Tonyukuk kelimesinin kelime anlamı “Elbisesi Yağlı” anlamındadır (Şavkay, 2000) . Buradan da
anlaşılacağı üzere devleti idare eden ve toplumu yönlendiren şahısların eli
açık ve ikram sever olmaları tarih boyunca Türk toplumunun kültüründe önemli
yer etmiştir.
Tonyukuk Abide Yazıtları |
Osmanlı dönemi Türk Sofraları da Orta Asya’daki
kadar misafire önem verilen sofralardır. Yine Orta Asya’dan gelen bir gelenek
olarak Osmanlı’da da yemekler çatalla değil elle yenirdi. Osmanlıda çatala çok
ihtiyaç da yoktu; çünkü et gibi sert gıdalar öyle çok pişirilirdi ki yerken bir
dokunuşta parçalanır ve kolayca tüketilebilirdi (Bingöl, 2017) . Osmanlı sultanları
için hazırlanan ihtişamlı sofralarda bile sadece bir adet kaşık bulunmaktaydı
ki, bununla da çorbalar içilmektedir. Mutfaklarda yemek pişirilirken kullanılan
büyük ebatlıları hariç, ‘çatal’ ismi verilen aletin, sofralarda ilk kullanımı
Bizanslar dönemine rast gelmektedir. Bizans sofralarının bir başka özelliği de
Roma İmparatorluğu’ndan farklı olarak yemek yenen odaya sokakta giyilen
ayakkabı ile girilmemiş olmasıdır (Şavkay, 2000) .
Yakın coğrafyalarda yaşayan toplumların
birbirinden etkilenmesinin kaçınılmaz olması yeme-içme kültürlerini de
etkilemiştir. Belki de bu yüzden Osmanlı mutfağında Hitit etkisi de vardır,
Roma etkisi de, günümüzün moda tabiriyle Osmanlı Mutfağı füzyon mutfağıdır(2) (Şavkay,
2000) .
Bugün dünyaca ünlü şeflerin gösterişli sunumlarına konu olan füzyon mutfak olma
özelliği büyük bir imparatorluk olan Osmanlı mutfağında, doğaçlama olarak
ortaya çıkmıştır. Türk mutfağından daha geniş ele alınması gereken Osmanlı
mutfağını başka bir yazıya bırakarak, afiyet ve sağlık dileriz…
Kaleme alan: Hüsnü Egemen ABİRDÂN
Yorumlar
Yorum Gönder