Çocukluğunda ‘Hoşaf’ ile ‘Kompostoyu’
ayırt edebilen var mıydı içinizde? Zaten bu ikisi hep karışmıştır birbirine... Fakat konuyu en
birleştirici kapsamda ele alan, büyük kızımın keskin zekâsı olmuştu yıllar
önce. “Hoşofsto” deyivermişti bir gün ailece sofrada yemek yerken, doğal olarak
gülmekten karnımıza ağrılar girdi ama biz hâlen hoşaf nedir komposto nedir
netleştirmekte güçlük çekenler olduğunu görünce bu anıyı hatırlıyoruz.
Şeftali Kompostosu |
TDK Büyük Türkçe Sözlüğünde hoşafı; “Bütün veya dilimler
hâlindeki kuru meyvenin şekerli suyla kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlı”
olarak tanımlarken, kompostoyu ise “yaş meyvenin” aynı işleme tabi olması
şeklinde tanımlar (TDK, 2017) . Ramazan ayında
sofraların vazgeçilmez tatlarından olan komposto ve hoşaflar, mutfağımızdaki
zenginliği de ispat eder derecede çok çeşitlidir.
Elmalı Kuru Üzüm Hoşafı |
Geçmişte şekerin etten 20 kat daha pahalı olduğu dönemler
yaşanmış (Taşkesen & Yerasimos, 2002) , Türkler için
Mısır’ın ve Kıbrıs’ın fethinden sonra şekerin kullanım oranı artmıştır (Oğuz, 2015) . Buna rağmen Osmanlı
döneminde yemeklerde sofralarda su içilmemiş, yemeğin üstüne hoşaf ya da şerbet
gibi şekerli gıdalar tüketilmiştir (Kızıldemir, Öztürk, &
Sarıışık, 2014) .
Sarayda tüketimi yanında sarayın zenginliğinin halk ile paylaşıldığı çeşitli
davet, kutlama ve bayram ziyafetlerinde de hoşaf-komposto ikilisine sıklıkla
rastlanmaktadır. Şekerli ikramlar saray ile halkın kaynaşmasının vesilesi
olarak görülmüştür. Şehzade Bayezid ve Cihangir’in sünnet
düğünlerinde yaklaşık 50 ton şeker kullanılmıştır. Bu şekerle sadece kına
gecesinde tatlı olarak 53 çeşit tatlı ve şekerli kurabiye, ziyafetlerde ise 116
çeşit tatlı ikram edilmiştir (Özlü, 2011) .
Sıcak
ramazan günlerinin iftarlarında, buz gibi soğutulmuş bir tas kompostonun
çekiciliğinin kıyaslanabileceği bir şey var mıdır acaba? Bugün için evimizde
elektriğin, buzdolabının olduğu ve şekerin görece olarak eskiye oranla çok
ucuzladığı düşünülürse, bu cazip lezzet için sadece azıcık çaba harcamak yeterlidir
herhalde. Fakat geçmişi düşününce bizim kadar şanslılar mıydı, tartışılır
doğrusu… Ecdat, bu konuda da zeka pırıltılarını ortaya koyan çözümler üretmiştir.
II. Mahmud döneminde yaşandığı rivayet edilen bir kıssa şu şekilde gelişmiştir (Es, 2010) ;
Padişah
II. Mahmud, dönemin şeyhülislamı Dürrizâde Efendi’nin zamanın en kibar ve
zengin kişilerinden olduğunu bildiğinden, şeyhülislamın konağına bir Ramazan
iftarında habersizce gider. Maiyetiyle birlikte padişah, konağın kapısını
çalınca doğal olarak içeri davet edilir ve sofrada ağırlanırlar. Konaktaki
yemekler ve yemeklerin sunumunun yapıldığı tabaklar padişah ve yanındakilerin
hayranlığını kazanmıştır. İçinde hoşaf ikram edilen kaplar ise herkesin
özellikle ilgisini cezbetmiştir. Padişah ışığın yansımalarıyla parıldayan bu
billur görünümlü kâselerin sırrını şeyhülislamına sormadan duramaz. Şeyhülislam
Dürrizâde Efendi “Efendim kulunuz, lezzetini bozmasın diye buzu hoşafın içine
attırmam! Buzu kâse şeklinde dondurtup, hem hoşafı soğutur hem de avizelerden
süzülen ışığı yansıtarak sofraya farklı bir hava katmasını sağlarım” diye cevap
vermiştir.
Portakal Dilimi ve Yeşil Yapraklı Buzdan Kase |
Yine sıcak ve uzun Ramazan günlerinin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu coğrafyanın bize sunduğu eşsiz lezzetleri kaşıkladığımız iftar sofralarında sağlık ve serinlik için bir tas has hoş hoşaf bulundurmak gerek diye düşünüyor, afiyetle kalmanızı diliyoruz.
Kaleme Alan: Hüsnü Egemen ABİRDÂN
Yorumlar
Yorum Gönder