Kültürel
miras açısından oldukça zengin bir geçmişe sahip olan Ege kentlerinde dolaşmak insana
birçok şey öğretiyor. Bugün, çok fazla bilinmeyen bazı hazineleri keşfederek, Egeye Dönüş
yapacağız. "Tarih, sadece kitaplar ya da ören yeri ve müze benzeri alanlarda
keşfedilmez" dedirtecek bu yolculukta, Aydın ilinin Bozdoğan ilçesinde dolaşacağız.
Bozdoğan'ın Tepeden Görünümü (Fotoğraf: Osman Ünlü) |
‘Karia’
ya da ‘Karya’ uygarlığı dönemine kadar uzanan zengin bir tarihe sahip olan
Bozdoğan ilçesinde ‘Piginda Antik Kenti’ (Bargasa) günümüzde, Kavaklı Köyü yakınlarında yer almakta. Madran Dağı’nın
eteklerinde kurulmuş olan Bozdoğan ilçesi, son yıllarda ‘Arap Apıştı Kanyonu’ ile de turizmin gözdesi olmuş. Fakat biz Ege’nin bu saklı cennetinde bir
dost sofrasına konuk olup, geçmişin izini, yaşanmışlıklarını, bizzat o
tecrübeleri yaşayanlardan dinlediğimiz bir hafta sonunu paylaşmak istiyoruz
sizlerle daha çok…
Bozdoğan Arap Apıştı Kanyonundan Bir Kare |
Mihmandarımız ‘Aylin Hanım’ bölge insanının kültürel zenginliği ve güzelliğinin canlı bir göstergesi
gibi. Kendisi Karia dönemi Bargasa’sının günümüzde yaşayan bir ferdini
andırıyor. Tarih ve kültüre hâkim olması yanında; düzgün şivesi, bilgi birikimi
ve bildiklerini anlatırken gözlerinin ışıl ışıl parlaması ile bizi de
heyecanlandırdı. Hatta zaman zaman kendi bildiklerinin eksik ya da teyide muhtaç
olduğunu düşünerek telefonla annesine ulaşıp, bilgilerini tazelediği anlar
görülmeye değerdi. Aylin Hanım ölçüsünde başarılı olmasa da biz de şahit
olduğumuz güzellikleri sizinle paylaşmaya karar verip aldık kâğıt-kalemi
önümüze…
Başlangıçta şunu söylemeliyiz, şehir Madran Dağı eteklerinde kurulunca,
suyunun lezzeti de dikkat çekiyor. Madran Dağı’nın adıyla anılan kaynak suyu,
tek başına bile doyumsuz bir lezzetken, yörede üretilen ‘Madran Gazozu’ da
tadılması gereken bir başka yöresel değer olarak karşımıza çıktı gezimizde.
Madran Gazozu |
İlk olarak civar ilçelerde geçmişte yaptığımız gezilerde pazar yerlerinde
sık sık gördüğümüz ‘Bozdoğan Sucuğu’ isimli tatlıyı sorduk mihmandarımıza. Aylin Hanım bölgede yetişen
cevizlerin pamuk ipliğine dizilmesi sonrasında, şekerli nişasta peltesi içine birkaç
kez batırılıp çıkartılmasıyla hazırlanan bu hafif tatlıyı ikram etmekle yetinmedi.
Bir de bölgede ‘Köfte’ adıyla anılan (gerçekte doğru telaffuzu Köfter’dir, Aydın şivesinde ‘R’
harflerinin yutulması olayından, bu tatlı ismi de nasibini almış) pekmez ve nişasta karışımından türemiş baklava dilimi şeklinde kesilmiş
bir başka tatlıyı da önümüze koydu.
Çay eşliğinde gerçekleşen tatlı bir sohbetin değeri daha çok böyle
anlarda ortaya çıkıyor. Geçmişte şeker yaygın olarak bulunup, kullanılmazken;
bal ve pekmez toplumun tatlı ihtiyacının karşılanması için yeterli oluyormuş.
Dolayısıyla zaman içinde toplumlar bu ürünlerden türeyen hoş bir takım
lezzetlerin geliştirilmesine şahit olmuşlar.
Bozdoğan Sucuğu |
Söz pekmezden açılınca, sohbetimiz esnasında pekmezin yapımıyla ilgili de
ilginç anekdotlar ortaya çıktı. Anadolu’da Pekmez kaynatımı bilgelik isteyen ve
hayranlık uyandıran bir süreçtir. Örneğin kazanlar, diğer yemek ve keşkek kazanlarından farklı olarak, çok derin değildir.
Böylelikle meyvenin şırası yanmaz, ısı eşit dağılır, karemelizasyon tam
kıvamında gerçekleşir. Pekmezlik üzümlerin şıraları çıkartılıp kazanlarda bir
taşım kaynatılınca ateşten alınmasının sebebi de budur. Aylin Hanım bir taşım
kaynama gerçekleştikten sonra, her kazana yaklaşık 250 gr. kadar kireçli toprak
(yöresel ismi Aktoprak) ilave edilmesinin sebebini posanın çökertilmesi için diye açıklayarak anlatmaya
devam ediyor:
“Pekmez yapılırken asıl keyif kazanlarda kaynamanın
ikinci aşamasına geçildiğinde pekmezin içine atılan karpuz kabuğu ve
patlıcanlarla elde edilen lezzet… Buna bizim buralarda Peskel deniyor”
‘Peskel’ pekmez kazanında kaynatılıp önce hafifçe yumuşayan sonra da pekmezin
şekerinin etkisiyle dış tarafı hafif kıtır bir hal alan bir cins tatlı. Bu
tatlıya bir tür reçel demek de mümkün, zira uzun süre bozulmadan saklanması imkân
dâhilinde. Mevsim olarak kışı yaşadığımız günler olmasa pekmez kazanlarını
kurun da şu lezzetleri tadalım diyesimiz geldi…
Pekmez Kazanı |
Uzayan sohbet karnımızın acıkmasına sebep olduğunda Aylin Hanım bizi ata
yadigârı iki katlı köy evine davet ederek mutfağa soktu. Önceden hazırlanmış
köy tavuklarının sarımtrak rengi ve iriliği, marketten alınan gıdaları bir kez daha sorgulamamıza sebep olurken, ev sahibimiz usta bir aşçı hüneriyle tavuğu
parçalara ayırdı, odun ateşinde kızdırdığı bakır tencere (siz tencere
dediğimize bakmayın küçük bir bakır kazan sanki) içinde ve ‘halis sızma zeytinyağı’ havuzunda kavrulmaya bıraktı.
Tavuklar nefis kokularını salmaya başladığında ise bölgeye has kapya
benzeri etli kırmızı biberleri iri kıyım doğrayarak tenceredeki ortamı
renklendirdi. Tüm bunların üstüne tatlı toz biber de işin
içine girince, daha pişmeden iştahımızı kamçılayan ‘Biber Aşı’ pişmeye bırakıldı. Aylin Hanım’ın maharetli ellerinden çıkan biber aşı
değme kebaplara taş çıkartacak lezzette olunca, köy ekmeği eşliğinde
gerçekleşen tadım aşamasını anlatmaya kelimeler yeterli olmayacak diyerek
affınıza sığınıp konuya noktayı koyuyoruz.
Meşhur Bakır Tencere |
Gezimiz esnasındaki sohbette öğrendiğimiz bazı ilgi çekici ayrıntıları da
şöyle özetleyelim. Bu yörede evlenecek çağa gelen genç kızlar ve erkekler
eşlerini seçmekte özgür hareket ediyorlar. Eğer dünya evine girme kararı
verilmişse, yapılan nişan töreninin ertesi gün, erkek evinden kız evine
komşulara ve komşu köylere de haber verilmesi için tepsilerle ‘Kız Helvası’ gönderiliyor. Siz adının helva olduğuna bakmayın, malum Osmanlı
döneminde de bütün tatlılar helva olarak anılıyordu.
Bahsi geçen tatlı, yörede ‘Kargı’ olarak bilinen yuvarlak gövdeli
kamışlara sarılarak şekil verilen, ince açılmış baklavalık hamurun yağda
kızartıldıktan sonra, şerbet içine atılmasıyla yapılıyor. Yerken çıtırtısını
duyacağınız bu tatlıyı anlata anlata bitiremediklerinden, köyde pişirildiği ilk
gün tatma sözü alıyoruz.
Kargı Kamışları |
Kız Helvası geleneği günümüzde çeşitli kuruyemişlerle süslenen tatlı
tepsilerinin kız evine, nişanın ertesi gün götürülmesiyle başlıyor. Ardından da
komşulara dağıtılmasıyla son buluyor. Bununla ilgili sohbet sırasında bir de ‘Kız Arkası’ geleneği anıldı. Bu gelenek de halen yaşatılan bir düğün ritüeli.
Düğünün ertesi günü hazırlanan yemeklerin kızın ailesinin evinde gelin ve
damadın aileleri tarafından birlikte tüketilmesi, kızlarını gelin olarak evden
çıkartan ailenin, mutluluğa ortak olmasını sağlayan bir ortamı yaşatıyor.
Kaleme Alan: Hüsnü Egemen ABİRDÂN
Evin Bahçesindeki Dibek Taşı |
Aylin Hanım'ım Evinin Bahçesinden Bir Kare |
Taş Fırın |
Yorumlar
Yorum Gönder