Türkler devlet kurma ve yönetme kabiliyetleri
üstün bir millet olarak tanınırlar. Tarih boyunca Türk halkını yönetenlerden
beklenen en önemli yöneticilik vasfı; halkını aç ve çıplak bırakmaması olmuştur (Kızıldemir,
Öztürk, & Sarıışık, 2014) .
Osmanlı mutfağı; saray mutfağı ve halk mutfağı
olarak iki farklı kategoriye ayrılırken (Şavkay, 2000) söz konusu mutfak,
kültürel anlamda bir imparatorluğun tüm zenginliklerine sahiptir. Türk
mutfağını da temsil eden bu unsurların başında etnik zenginlik ve yeniliklere
açık olma eğilimi başı çektiği için sadece Türklüğü hatırlatan dar bir adla
değil, bir imparatorluğu temsil eden ‘Osmanlı Mutfağı’ ismiyle anılması
şaşırtıcı değildir. Osmanlı Mutfağı, Çin ve Fransız mutfağı ile birlikte
dünyanın en önemli üç mutfağından birisi olarak anılmaktadır (Kızıldemir,
Öztürk, & Sarıışık, 2014) . Çok kültürlü
yapısıyla füzyon mutfak özelliği göstermesi Osmanlı mutfağını modern anlamda da
ilgi çeker hale getirmektedir. Bugün pek çok ünlü şef mutfaklarında birden
fazla kültüre ait yemekleri harmanlayarak füzyon mutfak oluşturma
eğilimindedirler.
Osmanlı Saray Mutfağından Bir Örnek; Fodula |
Osmanlı sultanları Fatih Sultan Mehmed Han’a kadar
yemeklerini vezirlerinin de katılımıyla, birlikte yemişlerdir. Genç yaşta
İstanbul’u fethederek çağı değiştiren Fatih Sultan Mehmed için Yerasimos (2000)
‘Bizans imparatorlarının halefi olduğu kadar bir Rönesans prensi gibi
davranması mutfak alanına da yansır’ demektedir (Yerasimos, 2000) . Osmanlı yemek
kültürünün de değişimine öncülük eden Fatih Sultan Mehmed yayınladığı bir
kanunname ile padişahların sadece yakın aile efradıyla birlikte yemek yeme
sürecini yasalaştırmıştır (Sungur,
2016a) .
Bugün için bile İstanbul siluetine baktığınız
zaman gördüğünüz en görkemli yapılardan birisi Topkapı Sarayı’dır. Geçmişin
İstanbul’u içinde de Topkapı Sarayı ve sarayın mutfağı önemli yere sahip
olmuştur. Saray mutfağından yararlananlar sadece padişahlar ve haremi değil
aynı zamanda; gündüz sarayda bulunan tüm üst düzey yöneticiler, gece ve gündüz
sarayın hizmetinde bulunan zevât, padişahların evlenmiş olan çocukları ve
Osmanlı’ya elçi olarak gönderilmiş olan farklı ülke vatandaşları olarak geniş
bir yelpazededir (Oğuz, 2015) . Ayrıca aynı dönemin
Avrupa devletlerinden farklı olarak, bayramlar, şenlikler ve kutlamalar
sırasında sarayın yemekleri halk ile sur dışında da paylaşılmıştır (Kızıldemir,
Öztürk, & Sarıışık, 2014) .
Topkapı Sarayı |
Osmanlı
sofraları ihtişam, gösteriş ve ikram zenginliğinden geri kalmamakla birlikte, Avrupa
usulü yemek masalarını hiç kullanmamıştır. Yemek saatlerinde yaygı, altlık,
sini üçlüsü kullanılmaya devam edilmiştir. Yemek masası, 1800’lü yıllardan
itibaren Osmanlı topraklarına girdiyse de 20. yüzyıla kadar yaygın olarak
kullanımına rastlanmaz (Sungur,
2016a) .
Sultan sofralarına biri çorba biri de hoşaf için sadece iki adet kaşık konmuştur,
çatal ise kullanılmamıştır (Bülbül, Sezgin, & Kara, 2016) . Et yemekleri
yeterince pişirildiği için elle yenilebilmiş ve çatala ihtiyaç duyulmamıştır. Osmanlı sultanları yemek esnasında su içmemiş,
yemekten sonra şerbet ya da hoşaf içmişlerdir (Kızıldemir, Öztürk, &
Sarıışık, 2014) .
Osmanlı'da Yer Sofrasını Anlatan Minyatür |
17. yy.dan itibaren kahveyi bütün Avrupa’ya
tanıtan Osmanlıdır. Bazı batılı kâşif ve gezginlerin notları ise Osmanlı'da 15. yy.dan
itibaren kahve çekirdeğine rastlandığını göstermektedir. Osmanlı döneminde ilk
kahvehane 1555 yılında İstanbul Kapalıçarşı’da açılmıştır (Fendal, 2007) . 18.yy.a kadar kahve
tüketimi lüks sayılmıştır. Bu süreçte padişah, haremi ve devlet ricali gibi
statü sahipleri kahve tüketebilmişlerdir (Oğuz, 2015) .
Türk Kahvesi |
Osmanlı mutfağında et, ağırlıklı olarak yer alan
gıdaların başında gelmektedir. Günümüzden farklı olan; av hayvanlarının yaygın
olarak tüketilmiş olması yanında, tavuk etinin kırmızı etten daha lüks bir ürün
sayılmış olması ve daha yüksek fiyatla satılmasıdır (Oğuz, 2015) . Tüm Türk boylarında
tarih boyunca görülen küçükbaş hayvanın daha çok kullanımı, Osmanlı mutfağında
da uygulanmıştır. Bunun tarihi altyapısında büyük baş hayvanın bakımının ve
naklinin göçebe toplumlar için yarattığı zorluklar yatmaktadır (Kızıldemir,
Öztürk, & Sarıışık, 2014) . Et yemekleri
yanında sıklıkla pirinç ve bulgurdan yapılan pilavlar tüketilmiştir. Fakat
nohut ve şehriye lüks ürünler olarak anılmaktadır (Oğuz, 2015) . Osmanlı baharatları
çeşit ve miktar olarak günümüz mutfağına oranla çok daha fazla kullanmıştır.
Osmanlı Mutfağında Baharat Yoğun Olarak Kullanılmaktaydı |
Engin Akın tarafından 2002 yılında
gerçekleştirilen bir radyo söyleşisinde konuk olarak bulunan Stefanos Yerasimos
ve Belkıs Taşkeser’in ifadeleri ilginçtir. Buna göre; 15. ve 16. yy.larda bütün
Avrupa’da olduğu gibi Osmanlıda da evde yemek pişirebilme lüksüne sahip olanlar
belli bir varlık düzeyinin üstünde olan zenginlerdir. Fakirler ise dışarıda
yemek yemek zorunda kalmaktadır. İstanbul’da halk imarethanelerde, kelle
paçacılar gibi sakatatçılarda, bozacılarda karnını doyurmak zorundadır. Bunun
temel sebebi yakacak maliyetinin çok yüksek olmasıdır. Ayrıca halkın gelir
düzeyine göre et de pahalı görülebilir. Zira sakatatlar etten daha ucuzdur.
Yerasimos’a göre bahsettiğimiz dönemde şekerin kilo fiyatının etin yaklaşık 20
katı olduğunu da belirtmekte fayda vardır (Taşkesen
& Yerasimos, 2002) . 10. yüzyılda ülkelerinde yetişen
bitkilerden şeker elde edebilen Arapların aksine Bizanslılar, şekeri
bilmiyorlar ve o dönemde dünyanın geri kalanı gibi yemekleri tatlandırmak veya
tatlı yapmak için bal kullanıyorlardı (Sungur,
2016b) .
Osmanlı’da şeker tüketimi Mısır ve Kıbrıs’ın fethedilmesiyle birlikte artış
göstermiştir (Oğuz, 2015) . 16 ve 17 yy.
tencere yemeklerinin içinde şeker ve bal kullanılmaktadır (Taşkesen
& Yerasimos, 2002) .
Bal, Osmanlı Mutfağında Hem Yemek Tatlandırmada Hem Tatlılarda Kullanılıyordu |
Günümüzde
yaygın olarak her yemekte tüketimi yapılan domates ve biber gibi ürünler
Amerika menşeli ürünler olarak Türk yemek kültürüne 17. yy. sonrasında giriyor.
Aynı kaynaktan gelen diğer çeşitler ise portakal, mandalina, muz, ananas
vb.’dir (Kızıldemir, Öztürk, &
Sarıışık, 2014) .
Her türlü gıdanın en seçkin kalitede en üst sınıfını tükettiğini düşündüğümüz
Osmanlı sultanlarının pek çoğunun bu ürünlerden mahrum bir hayat yaşadığını
düşünmek oldukça ilginç.
Fatih
Sultan Mehmed’in deniz ürünlerine olan düşkünlüğü ve Sultan Abdülhamit Han’ın
en sevdiği yemeğin yumurtadan yapılan çılbır olduğu (Oğuz, 2015) rivayetleri
göstermektedir ki, sultanların da zevkleri farklılıklar arz etmektedir.
Bu
kadar zengin bir kültürel mirasa sahip olmanın günümüz Türk mutfağına katkısı,
mutlaka evlerimizde pişen yemeklere yansımaktadır. Ramazan ayında ve ardından
gelen bayramda damaklarda yaşayacak bu birikimin zenginliğini fark etmeniz ve
paylaşmanız dileklerimizle...
Kaleme alan: Hüsnü Egemen ABİRDÂN
Yine mükemmel bir yazı... Emeğinize sağlık...
YanıtlaSilÇok teşekkürler. Keyifli okumalar :)
Sil